Üyelere Özel
Bu bölümden sitemiz üyelerine sunduğum, bakış açınızı değiştirecek ve adım atmanızı sağlayacak ücretsiz içeriğe ulaşabilirsiniz.
Bu bölümde, Hayatınızı değiştirecek 50 güçlü soru dokümanı ve birçok uygulama içeren yazı bulunuyor.
Ayrıca sitemize üye olduğunuzda ayda birkaç kez gönderilen e-postalarla, yeni eklenen yazılardan da haberdar olabileceksiniz.
Bir süredir "Hakan Bey, biz sizin kadar şanslı değiliz" diye e-postalar alıyorum. Bu şansı ömrüm boyunca çalışarak yarattığımı, bazı şeyleri -sunulan şey hoş göründüğü anda bile- reddederek içimdeki sesi dinleyen seçimler yaptığımı anlatmaya çalışıyorum. Internet'te bu konuda araştırma yaparken şans ve şanssızlık üzerine 10 yıldır deneyler yapan psikoloji profesörü Richard Wiseman`ın sitesine rastladım. Aşağıdaki yazının bir kısmı daha önce Türkçe'ye çevrilmiş. Ben de kendisinin sitesindeki etkileyici örnekleri çevirerek yazıya ilaveler yaptım. Özellikle şanssız olduğunu düşünenlerin okumasını öneririm.
Neden bazı insanlar inanılmaz derecede şanslıyken, diğerleri hak ettikleri olanaklara asla sahip olamaz? Bir psikolog, yanıtı bulduğunu söylüyor. "10 yıl önce, şansı araştırmaya başladım. Neden bazı insanların hep doğru zamanda doğru yerde olduğunu, diğerlerinin ise sürekli olarak şanssızlıklarla boğuştugunu merak ediyordum. Ulusal gazetelere ilan vererek kendilerini her zaman şanslı ya da şanssız hisseden insanların benimle temasa geçmelerini rica ettim.
Yüzlerce erkek ve kadın, araştırmam için gönüllü oldu. Yıllar boyunca, onlarla söyleşiler yaptım; yaşamlarını gözlemledim ve deneylere katılmalarını sağladım. Sonuçlar gösterdi ki insanlar, neden şanslı ya da şanssız olduklarını tam olarak bilemeseler de düşünceleri ve davranışları, bu durumu büyük ölçüde etkiliyor.
Aşağıdaki yazıyı ilkokuldayken dedeme ait 1973 yılı baskılı Bütün Dünya dergisinde okumuştum. Olayları iyi ya da kötü diye ayırmak yerine, geleni bir bütün olarak kabul etmeyi ne güzel anlatıyor. Bu yazının; geçmişin tek bir olayında takılıp kalan ve o olayın bütünün içinde nasıl bir yeri doldurduğunu göremeyen herkesin ufkunu açması dileğiyle.
Günün birinde Çinli bir çiftçi ahırının kapısını açık bularak biricik atının yok olduğunu gördü. Onun bu kaybını haber alan dostları az sonra onu teselliye geldiler. "Ah, senin için ne felaket" diye sızlandılar. Ama filozof ruhlu olan Çinli: "Belli olmaz. Belki de böylesi daha hayırlıdır" dedi.
Ertesi gün, kaybolan at, peşi sıra bir kısrak olduğu halde çıkageldi. Çinlinin dostları bu sefer "Bu ne kısmet! Şimdi iki ata sahipsin" diye ona imrendiler. Ama Çinli sadece "Belli olmaz. Belki hiç de hayırlı değildir" dedi.
Aşağıdaki yazıyı Robin Sharma'nın Sen Ölünce Kim Ağlar kitabından aldım. Çok sevdiğim bir egzersizi içeriyor. İnsanın hayatını nereye götürmek istediğine dair de ona güzel bir fikir veriyor. Benim komşularımın çoğu müzisyenlerden oluşuyor :-) Bir de Merve var, komşum olarak hayal ettim, gerçek hayatta arkadaşım oldu.
Kişisel gelişim konusunda yaptığım çalışmalardan bir tanesi de yanı başımda yaşamasını istediğim kişilerin bir listesini yapmaktı. Listemi geçmişten ve günümüzden kadınlarla erkekler oluşturdu. Bunlar zaman zaman bir fincan çay içmek ve beraberce biraz gülmek için kapılarını çalacağım kişilerdi. "İdealinizdeki komşularınızı" listeleme işi işlemi sizi insanlarda en çok saygı duyduğunuz değerlerle ve özelliklerle bağlantıya geçirecektir. Bunu yaptığınızda kendi kişiliğinizi daha yakından keşfedeceksiniz. Bu aynı zamanda hayatınızın 30 dakikasını geçirmek için de oldukça eğlenceli bir yöntemdir.
İşte benim listemdeki kişilerin bazıları:
Aşağıdaki kısa yazı çok sevdiğim yazılardan biri. Geride bıraktığımız halde taşıdığımız şeyleri o kadar güzel özetliyor ki... Bu yazıyı okuduktan sonra bakalım siz neleri taşıdığınızı fark edeceksiniz?
Biri yaşlı, biri genç iki keşiş Japonya'daki tapınaklarına gitmek üzere ormanda çamurlu bir yolda yürüyorlarmış. Çamurlu sularıyla çılgınca akan bir ırmağın kıyısında yardıma muhtaç olduğu her halinden anlaşılan çok güzel bir kadına rastlamışlar. Daha yaşlı olan keşiş, kadının bu halini görerek onu kollarına aldığı gibi karşı kıyıya geçirmiş. Kadın gülümseyerek teşekkür etmiş. Keşişler yollarına devam etmiş.
Bu yazıyı Anthony Robbins'in İçindeki Devi Uyandır kitabından aldım. Anthony Robbins hayatımıza yön veren şeyin güçlendirici veya güçsüzleştirici inançlar olduğunu anlatıyor. Karşı cinsle ilgili hangi inançlara sahibiz? Para ile ilgili hangi inançlara sahibiz? Bu inançlar bizi güçlendiriyor mu güçsüzleştiriyor mu? Bu tespitleri yaptıktan sonra güçsüzleştirici inançları nasıl yıkacağımızı ve yerine güçlendirici inançları nasıl yerleştirebileceğimizi anlatıyor. Bu uygulama için profesyonel bir desteğe ihtiyacınız olursa beni arayabilirsiniz.
Şimdi biraz sınırlayıcı inançlara bakalım. Bunları gözden geçirirken, bu inançların getirdiği bazı sonuçların neler olduğunu düşünün. En çok güçsüzleştiren iki inancı seçip yuvarlak içine alın. Bu inançların hayatınıza yüklediği maliyeti artık taşımak istemediğinize hemen şimdi karar verin. Unutmayın ki bu inançlardan kuşku duymaya başlar, geçerli olup olmadıklarını sorgularsanız, bunların referans ayaklarını sallamaya başlarsınız. Artık o inançlar sizi etkilemez olur. Güçsüzleştiren inançların altındaki emin olma ayaklarını birer tekmede fırlatıp atmak için kendinize şu aşağıdaki soruları sorun:
Aşağıdaki yazının kaynağını bilmiyorum. Bana uzun zaman önce bir e-posta ile gelmişti. Bugün nihayet bulunca siteye ekledim. İçindeki maddeler sanki sitenin özeti gibi. Özellikle 15. maddeye dikkat! Defalarca okumanızı, her bir maddesini ayrı ayrı sindirmenizi ve uygulamanızı önerdiğim bir yazı.
1. EVRENE KARŞILIKSIZ VEREMEZSİNİZ
Bu refahın birinci temel sırrıdır ve çoğu insanın gözden kaçırdığı bir sırdır. Onlar refaha bir 'bana ver' durumu olarak yaklaşırlar ve onu çevreleyen gerçek enerjiye hiç uyumlanmazlar. Bu evrendeki her şey, bir değere karşılık bir değer değiş-tokuşu prensibine dayanır. Ama bu dengesiz bir terazidir. Verdiğiniz şey size kat be katı olarak geri döner. Genellikle on katı. Bu yüzden iyilik tohumları ektiğinizde çok daha fazla iyilik size geri gelecektir. Bu bağışladığınız para, verdiğiniz sevgi ve yaptığınız iyilik için geçerlidir. Ne kadar çok denerseniz deneyin evrene tek taraflı bir şey veremezsiniz. Öyleyse dışarı çıkın ve düzenli olarak bir iyilik yapın, ihtiyacı olan birine bir tohum ekin, sizinle ilgilenen görevliye fazla iyi davranın. Çok daha fazla refah size doğru geliyor!
Aşağıdaki yazıyı Amerika'nın Aşk Doktoru olan Doc Love'ın kitabından çevirdim. Doc Love, okuyucularından gelen yazıları, tüm gerçekliğiyle analiz edip biraz da dalga geçerek cevaplayan bir köşe yazarı. Bu yazı, bir ilişkiden ne istediğimizi tespit ettikten sonra nasıl hareket edeceğimizi gösteriyor. İlişkiyi yaşarken gözden kaçırdığımız, görmezden geldiğimiz detaylar gelecekte yaşanacak daha büyük sıkıntıların habercisi olabilir diyor. Yazıda anlatılan kadın ve erkeği, erkek ve kadın diye değiştirerek de okuyabilirsiniz.
Bir gün güzel sevgilimin Cherokee’siyle gezintiye gittik. Yirmi dakika sonra lastiğimiz patladı. Bu tabii ki onun hatası değildi. Ancak, yedek lastiği yoktu ve bu onun hatasıydı.
Ertesi gün evindeyken telesekreterini çalıştırdı. Dişçisi randevuyu atladığı için aramıştı. Başka bir zaman, parası olduğu halde faturayı ödemediği için elektriği kesildi. Bunlar onun ne kadar dağınık olduğunu gösteren sadece 3 örnekti. Aylar geçtikçe başka acaip özelliklerini de gördüm. Onun bir evi çekip çevirebileceğini hayal edebiliyor musunuz? Ya da çocuklarınızı büyütebileceğini?
Aşağıdaki yazı da koçlukla doğrudan ilişkili bir yazı değil, ancak bunca yıldır şifacılıkla ilgili aldığım eğitimlerden sonra bunu da siteme koymak istedim. Şifanın nasıl işlediğini bana en basit şekliyle anlatan yazılardan biri. Bu yazı Louise Hay'in Tüm Hastalıkların Zihinsel Nedenleri kitabının önsözü. Buradan da anlayabileceğiniz gibi gerçek şifa, zihni ve bedeni birlikte arındırdığımız zaman geliyor.
Şimdi size, bir rahatsızlığın, bir hastalığın sadece zihinsel kalıpları (düşünce modellerini) değiştirerek iyileştirilebileceğini nasıl olup da bildiğimi, bunu bilme nedenlerimden birini açıklamak istiyorum.
Birkaç yıl önce dölyolu kanseri olduğum tanısını almıştım. Beş yaşında tecavüze uğramış, ve tüm çocukluğu boyunca hırpalanmış biri olarak dölyolu bölgesinde kanser ortaya çıkarmam hiç de şaşırtıcı değildi. Yıllardır şifacılık konusunda ders veren biri olarak başkalarına öğrettiğim şeyi kendi üzerimde uygulayarak kanıtlama fırsatıyla karşı karşıya olduğumu hemen fark ettim.
Aşağıdaki yazıyı Sandra Anne Taylor'ın Cazibenin Sırları kitabından aldım. Bugüne kadar biriktirdiğiniz öfkeleriniz, üzüntüleriniz, acılarınız sizi yolunuzdan alıkoyar. Biriktirdiğiniz bu enerjiyi boşaltmadan yeniye adım atamazsınız. Bu yazı, etkisini gördüğüm bir yöntem öneriyor: Cümlelerin başını hazır verdiği bir mektup yazmak! Bu mektubu yazıp bitirdikten sonra, yakmanızı da öneriyorum. Aynı kişiye birden fazla da mektup yazabilirsiniz. Koçlukla terapinin alanlarının kesişmediğini her fırsatta dile getiriyorum ancak bunca yıldır aldığım şifacılık eğitiminden sonra aşağıdaki yazıyı siteme eklemeden edemedim.
Acının enerjisiyle yakından bağlantılı şeylerden biri de öfke enerjisidir. Aslında öfke, acı çekme sürecinin doğal parçalarından biridir. Hiçbir şeyine öfkelenmeyeceğiniz bir ilişki yaşamanız mümkün değildir. Aynı şekilde bitirdiğiniz (ya da terk edildiğiniz) bir ilişkinin ardından öfke duymamanız mümkün değildir.
Dışa vurulamamış öfkelerle yaşamak da, dışa vurulamamış acılarla yaşamaya benzer sonuçlar doğurur. Bu öfke içinizde birikir ve sizi değiştirmeye başlar. Duygularınızı, düşüncelerinizi, algılarınızı ve bunların sonucunda da kişisel enerjinizi değiştirir.
Aşağıdaki yazı yıllar önce Internet'te e-posta ile çok dolaşmış bir yazı. E-posta ile gönderilen yazılardan bu bölüme eklememeye özen göstersem de bu yazının aklımızdan geçenleri ve ağzımızdan çıkanları izlemek konusunda bize iyi bir rehber olacağını düşünüyorum.
Sokrates, saygıdeğer bir düşünür olarak Eski Yunan’da hatırı sayılır bir ün yapmıştı. Bir gün bir tanıdık büyük filozofa rastladı ve dedi ki: “Arkadaşınla ilgili ne duyduğumu biliyor musun?”
“Bir dakika bekle.” diye cevap verdi Sokrates: “Bana bir şey söylemeden evvel senin küçük bir testten geçmeni istiyorum. Buna 3’lü Filtre Testi deniyor.”
“Üçlü Filtre mi?”
“Doğru” diye devam etti Sokrates;
“Benimle arkadaşım hakkında konuşmaya başlamadan önce, bir süre durup; söyleyeceğini gözden geçirmek iyi bir fikir olabilir. Bu, ona üç filtre testi dememin sebebi. Birinci filtre Gerçek Filtresi. Bana birazdan söyleyeceğin şeyin tam anlamıyla gerçek olduğundan emin misin?”
Aşağıdaki yazıyı Erdal Demirkıran'ın Dünyanın En Akıllı İnsanından Masallar kitabından aldım. Bu yazı aslında bazen iyilik yaparken, yardım ederken farkında olmadan nasıl kötülük yaptığımızı çok basit bir dille anlatıyor. Bakalım kendinizden bir şeyler bulacak mısınız?
Baba kurt, yavrusunu yalnız yaşamaya alıştırmak için her sabah erkenden avlanmaya gönderiyordu.
İlk gün eli boş döndü yavru kurt. Anne kurt dayanamadı ve ona kendi avını verdi. Akşam oldu. Baba kurt yuvasına geldiğinde, yavrusu annesinin avını kendisi avlamış gibi babasına götürdü. Babası yavrusuyla gurur duydu. Ertesi gün anne kurt, yavrusu "mahcup olmasın" diye diye avını yine yavrusuna verdi... Bu durum yıllarca böyle devam etti. Baba kurt her günün akşamında yavrusuyla gurur duyuyordu.
Gel zaman git zaman anne kurt öldü.
Aşağıdaki metni Anthony Robbins'in İçindeki Devi Uyandır kitabından aldım. Birçoğumuz hayatı kendi ürettiğimiz mazeretlerle yaşıyoruz. "Ama benim ailem bana bunu yaptı. Ben ondan böyle oldum" gibi... Oysa olaylar hep nötrdür. Onlara anlam yükleyen bizleriz.
Buruk ve zalimdi. Hem alkol hem uyuşturucu tutkunuydu. Defalarca kendini öldürmeye kalkışmıştı. Şu anda kendisini engellemeye çalışan bir dükkan kasiyerini öldürme suçundan müebbed hapis cezasını çekiyor. Onbir ay arayla doğmuş iki oğlu var. Bunlardan biri tıpkı babasına benzer büyümüş. Uyuşturucu tutkunu. Çalarak ve insanları tehdit ederek yaşamını sürdürmüş, sonuçta o da cinayete teşebbüsten parmaklıkların ardını boylamış. Ama kardeşi çok farklı. Üç çocuk büyütüyor, evliliğinden zevk alıyor ve çok da mutlu görünüyor. Büyük bir firmanın bölge müdürü olarak, işini ilginç ve ödüllendirici buluyor. Fiziksel açıdan sağlam. Alkol ya da uyuşturucu tiryakiliği yok!
Peki hemen hemen aynı çevrede büyüyen bu iki genç, nasıl birbirinden farklı olabilmiş? İkisine de ayrı ayrı, diğerinin haberi olmaksızın "Hayatın neden böyle oldu?" diye sorulduğunda, şaşılacak şey - ikisi de aynı cevabı veriyorlar:
Aşağıdaki yazı Mümin Sekman'la Koray Tulgar'ın ortak çalışmasıdır. Hayatta mazeretler üretmek yerine, hedefe odaklanarak yürümenin, dış sesleri kısabilmenin en güzel örneklerinden biridir. Siz de yapabilirsiniz!
7 Yaşındayken babasını kaybetti ve yetim kaldı. Yalnız ve içine kapanık biri olarak yaşamaya, oradan oraya sürüklenmeye başladı.
8 Yaşında okuldan alındı ve köyde yaşadı. Zamanını tarlalarda kargaları kovalamakla geçirdi.
10 Yaşında yüzü kanlar içinde kalacak şekilde, yeni okulundaki hocasından dayak yedi ailesi onu okuldan aldı. Sinirden ve korkudan üç gün evinden çıkamadı.
Bu yazı Nil Karaibrahimgil’in bir yazısı. Burada altın kural şudur: Bir yıldır kullanmadığınız ne varsa atın. Lazım olur diye tuttuğunuz ancak kullanmadığınız her şey hayatınızda size akabilecek daha güzel bir şeyin önünü kesiyor. Evren boşluğu doldurur. O yüzden atmaktan çekinmeyin. Ferahladığınızı göreceksiniz.
Charlotte, Paris’te yaşayan çok güzel bir kızdır. O kadar güzeldir ki, sarı saçları şelaleler gibi omuzlarından kollarına dökülür.
Aşağıdaki yazı, yıllardır anlatmaya ve uygulamaya çalıştığım "Sen değişirsen dünya değişir" inancını çok güzel, basit ve radikal bir şekilde anlatıyor. Dünyada değiştirmek istediğimiz her şey için değişikliğe kendimizden başlamak gerektiğini anlatan etkileyici bir yazı.
2 yıl önce, Hawaii'de, bir koğuş dolusu akıl hastası suçluyu onları hiç görmeden tedavi eden bir terapist olduğunu duymuştum. Terapist, hastaların dosyalarını incelemiş ve sonrasında kendisinin bu kişilerin hastalıklarını nasıl yarattığını görmek için kendi içine bakmış. Kendisi geliştikçe, hastalar da gelişme göstermiş.
Bu hikayeyi ilk duyduğumda bunun bir şehir efsanesi olduğunu düşünmüştüm. Biri, kendini iyileştirerek başkalarını nasıl iyileştirebilirdi ki? Bu kişi bilge bir kişi olsa bile akıl hastası suçluları nasıl iyileştirebilirdi?
Anlamamıştım. Mantıksızdı. Ve hikâyeyi unutup gittim.